ABD ile Müzakere, İsrail ile Çatışma: İran Nereye?

Yazar: Reşit Özmen – 21.04.2021


Orta Doğu’nun önemli aktörlerinden İran’ın bölgesel güç olma doğrultusunda izlediği politikalar küresel gündemin seyrini belirleyen unsurlar arasındadır. Bu çerçevede Orta Doğu’da süregelen farklı krizlere aktif bir şekilde müdahil olan İran, zaman zaman ABD ve İsrail ile de karşı karşıya gelmektedir. Özellikle 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimî üyesi ile Almanya arasında imzalanan ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan nükleer anlaşma, taraflar arasındaki ilişkilerin en önemli fay hatları arasında bulunmaktadır.

Son dönemde Donald Trump tarafından tek taraflı fesh edilen anlaşmayı kurtarmak amacıyla tarafların 6 Nisan 2021’de Viyana'da bir araya gelmesi, ABD-İran ilişkilerinin yeniden gündeme gelmesine neden olmuştur. Bununla birlikte 11 Nisan 2021’de İran’ın Natanz nükleer tesisinde gerçekleşen patlamadan Tahran’ın İsrail’i sorumlu tutarak intikam alacağını ilan etmesi İran ile ABD arasındaki ilişkilerin boyutuna dair önemli dinamiklere işaret etmekle birlikte, İsrail ile Tahran arasında yeni bir kriz mi oluşuyor sorusunu da beraberinde getirmiştir.

Dünden Bugüne İran-ABD İlişkileri
Tarihsel anlamda ev sahipliği yaptığı uygarlıklar ve sahip olduğu zengin yeraltı kaynaklarından dolayı Orta Doğu, jeopolitik olarak dünyanın en önemli bölgelerinden biridir. Orta Doğu’da gelişen olayların artık bölgesel değil küresel düzeyde etki yaratmakta olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu çerçevede ABD de bölgede mevcut pozisyonunu koruma ve devam ettirme gayesi ile hareket etmektedir. Ancak günümüzde bölgede önemli bir nüfuzu bulunan İran ile ilişkileri düşman hukuku olarak nitelendirilecek seviyededir.

1979 İran Devrimi ikili ilişkilerin yakın tarihinin kırılma noktasını teşkil etmiştir. Nitekim Devrim taraftarlarının, 4 Kasım 1979'da ABD'nin Tahran Büyükelçiliğini basıp 52 çalışanını rehin alması sonucu, Washington yönetimi İran ile diplomatik ilişkilerini kesmiş, İran tuttuğu rehineleri 1981 yılında serbest bıraksa da ABD 1984'te İran'ı, terörü finanse eden ülkeler listesine almıştır. El-Kaide tarafından 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen terör saldırılarından sonra iki ülke arasındaki ilişkiler giderek daha da çıkmaz bir hale gelmiştir. ABD Başkanı George W. Bush, 31 Ocak 2002'de Kongre'de yaptığı konuşmasında Irak, İran ve Kuzey Kore'yi "Şeytan Ekseni" olarak tanımlayıp süregelen politikaların bir sonucu ve devamındaki süreçte ikili ilişkilerin hangi zeminde yürüyeceğini belirlemiştir.

2006'da Beyaz Saray, Tahran'ın nükleer zenginleştirme programını durdurması halinde çok taraflı diyalogla söz konusu meseleyi görüşmeye hazır olduklarını duyurması ile diplomatik ilişkilerde normalleşme konusu yeniden gündeme gelmiş, olumlu atmosfer karşılıklı yapılan açıklamalar ile devam etmiştir. 2013 yılına gelindiğinde İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin ülkesinin ekonomik ilişkilerini küresel ölçekte geliştirmek istediğini belirtmesi ABD-İran ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturmuştur. Ruhani ve dönemin ABD Başkanı Barak Obama, Eylül 2013'te bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş ve bu görüşme, 34 yıl aradan sonra iki ülke liderleri arasında gerçekleşen ilk temas olarak tarihte yerini almıştır. Bunun devamındaki bir diğer somut gelişme ise nükleer anlaşma olmuştur. Temmuz 2015'te İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 5 daimî üyesi (ABD, İngiltere, Çin, Fransa ve Rusya) ve Almanya tarafında imzalanan anlaşma, The New York Times gazetesi tarafından Obama'nın en büyük diplomatik başarısı olarak nitelendirilmiştir.

Ancak 2017 yılında Donald Trump’ın göreve gelmesi ile birlikte oluşan olumlu hava dağılmış, 8 Mayıs 2018'de Beyaz Saray’ın nükleer anlaşmadan çekildiklerini ve 2016'da askıya alınan Tahran’a yönelik yaptırımların yeniden hayata geçirileceğini söylemesi ile birlikte yerini tekrardan düşman hukukuna bırakmıştır. Devam eden süreçte de Trump, 8 Nisan 2019'da İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun ABD'nin yabancı terör örgütleri listesine alındığını duyurması ve böylece ABD ilk defa bir başka ülkenin ordusunu "terör örgütü" ilan etmesi, iki ülke arasında gerilimi iyice arttırmış ve iki taraflı sıcak temaslar yaşanmasına neden olmuştur. Nitekim Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi'nin daveti üzerine Bağdat'a giden İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani’nin konvoyu, 3 Ocak 2020 Cuma günü ABD ordusuna ait silahlı insansız hava aracından (SİHA) ateşlenen füzeyle vurulmuş, saldırı sonucunda Süleymani ve İranlı subayların yanı sıra Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis'in de aralarında bulunduğu toplam 10 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu saldırıdan sonra İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in "intikam" sözü, sıcak savaş ihtimalini gündeme getirmiştir.

Bölgesel Gelişmeler Bağlamında Müzakerelerin Yeniden Başlaması
Trump döneminde gerilen İran-ABD ilişkileri Biden yönetimi ile tekrar normale dönme sinyallerini vermeye başladığını söylemek mümkün. Bunun ilk örneği ise 19 Şubat 2021 Münih Güvenlik Konferansı’nda Joe Biden, Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) resmi adıyla bilinen nükleer anlaşmanın müzakerelerine tekrar dönebileceklerini dile getirmesi ile yaşanmıştır. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’de  Biden’ın açıklamasından sonra "İran'ın nükleer anlaşma kapsamındaki taahhütlerini tam olarak yerine getirmesi halinde ABD'nin aynısını yapacağını ve İran ile görüşmelere başlamaya hazır olduğunu" söylemiştir. Joe Biden dönemi ile yaratılan bu olumlu hava ile birlikte Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) anlaşmasının kurtarılması amacıyla taraflar kısa süre önce tekrar bir araya gelmişlerdir. Olumlu bir sürecin habercisi niteliğindeki görüşmeden sonra Twitter’da paylaşım yapan Rusya'nın Viyana Uluslararası Kuruluşlar Daimî Temsilcisi Mikhail Ulyanov, müzakerelerin başarılı geçtiğini, ancak anlaşmayı yeniden hayata geçirmenin zaman alacağını ifade etmiştir.


Genel olarak bakıldığında ilerleyen dönemde nükleer anlaşma çerçevesinde müzakerelere devam edileceğinin gündeme alınmış olması, ikili ilişkilerde yaşanan krizin aşılabilmesi adına ciddi bir fırsat sunduğunu söylemek mümkün. Burada Joe Biden’ın 2015 müzakerelerinde ABD Başkan Yardımcılığı görevini yürütmekte olduğunu, yani bu müzakerelerin liderlerinden biri konumunda olduğunu da ayrıca belirtmek gerekmektedir. Ancak Ulyanov’un yukarıdaki açıklamasının da işaret ettiği üzere, İran-ABD ilişkilerinin normalleşmesi sanıldığı kadar kolay veya çabuk olmayacaktır. Bunun temel nedenleri ise iki taraf arasındaki mevcut güvensizlik ve böylesi bir sürecin iki ülkenin karşılıklı iyi niyeti değil, aynı zamanda bölgedeki diğer aktörlerin desteğini de gerektirecek olması.

Güvensizlik noktasında ABD, İran'ın belirlenen sınırlamalara tamamen uygun davranması koşulu ile tekrar anlaşmaya döneceğini belirtiyor. İran ise ABD’ye pek güvenmediğini, bundan dolayı ilk adımın ABD tarafından atılması gerektiği ve yaptırımların kaldırılması gerektiği koşullarını öne sürüyor.  Bölgedeki aktörlerin ve özellikle ABD’nin müttefiki olan İsrail’in sürece yönelik tutumları ise mevcut sorunların bir diğer kilit noktası.

İsrail’in İran’a uygulanan yaptırımların devam etmesi gerektiği konusundaki tutumu bu iki ülkeyi karşı karşıya getirmeye devam etmektedir. Zira 11 Nisan’da Natanz Nükleer Tesisi'nin elektrik dağıtım ağında yaşanan kazanın İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi tarafından 'terör eylemi' olarak nitelendirilmesi ve saldırının arkasında İsrail'in olduğunun iddia edilmesi bu dinamiklerin somut bir yansıması olarak görülüyor. Aslında buna benzer birçok eylem daha önce de İsrail tarafından İran’ın nükleer programını durdurmak amacıyla gerçekleştirildi. 2010'da keşfedilen Stuxnet adı verilen bilgisayar virüsüyle İran'ın tesislerini çalışamaz hale getirilmesi, 2000'lerin başından itibaren İran'ın önde gelen nükleer bilimcilerinin gizemli olaylarda ölmesi ve 27 Kasım 2020’de nükleer programın mimarlarından Muhsin Fahrizade'nin suikasta kurban gitmesi gibi eylemlerin bu duruma örnek teşkil ettiğini söylemek mümkün. Elbette İran da “sabotaj” olarak gördüğü eylemlere karşılık vermekten çekinmedi. Hizbullah'a yakınlığıyla bilinen Lübnan merkezli El-Meyadin televizyonunun açıklamadığı bazı kaynaklara dayandırdığı haberde, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) kara sularında İsrail'e ait bir ticaret gemisinin 13 Nisan 2020’de saldırıya uğradığı öne sürüldü. Daha sonra Erbil'de Mossad'a ait olduğu öne sürülen bir üsse İran yanlısı olduğu ve adı duyulmamış bir grup tarafından saldırı düzenlendiği ve ölenlerin olduğu gündeme getirildi. Yaşanan gelişmeler medyada “gölge savaşı” adı ile anılmaya başlandı.


Son dönemde yaşanan gölge savaşlarının arkasında nükleer anlaşmaya yeniden dönülmesi ve yaptırımların kalkacak olması ihtimalinin olduğunu söylemek mümkün. Nitekim İsrail’in, bölgede güçlü bir İran’ı istemediği biliniyor. Suriye ve Lübnan’da giderek güçlenen İran’ın İsrail’i daha savunmasız hale getireceği endişesi ile birlikte Kızıldeniz ve Körfez’de hakimiyet konusu İsrail’in mevcut İran politikasının kırmızı çizgilerini oluşturuyor. Ancak bununla birlikte İsrail’in son dönemde Arap ülkeleri ile “normalleşme” çerçevesinde gerçekleştirmiş olduğu anlaşmaların bölgedeki barışı ve istikrarı tesis etme konusunda tarafların istekli olduğunu ve bunu gerçekleştirmenin imkânsız olmadığını gösterdiğini söylemek mümkün. Sonuç olarak, Joe Biden’ın göreve gelmesi ile birlikte İran ve ABD arasında gerçekleşecek olası bir diplomatik ilişkinin zemini Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) müzakerelerinin yeniden başlaması ile atılmış oldu. İran-İsrail arasında yaşanan son gelişmeler bölgesel anlamda hala çözülmesi gereken sorunların varlığına işaret etse de Washington ile Tahran’ın sorunu diplomatik olarak çözmek istemesi ve bu konuda somut adım atmaları ve bu doğrultuda ileriye dönük politikaların barış hukukuna doğru evrilmesi ihtimali uluslararası ilişkiler bağlamında ve Orta Doğu bölgesinin istikrara kavuşmasında önemli bir adım teşkil ettiğini söylemek mümkün