Avrupa Parlamentosu Seçimleri: Karmaşık Bir Tablo

Yazar: Erhan Ayaz – 27 Mayıs 2019


Küresel gündemin yoğunluğu arasında Mayıs ayının sonlarına gelirken, Avrupa siyaseti için çok önemli bir seçimin tarihi de geldi çattı. 23-26 Mayıs tarihleri arasında, Avrupa Birliği (AB) karar alma süreçlerinde halkın doğrudan seçtiği tek yapı olan Avrupa Parlamentosu seçimleri gerçekleştirildi. AB’nin karmaşık karar alma süreçlerinde yasama, denetim ve bütçe gibi konularda söz sahibi organı olan Avrupa Parlamentosu 751 üyeden oluşmakta ve seçimler 5 yılda bir gerçekleşmekte. AB vatandaşlarını karar alma süreçlerinde çıkarlarını gözetmekle mükellef parlamenterler, seçimlere kendi bireysel kampanyalarıyla katılabildikleri gibi siyasi bir parti şemsiyesi altında da seçimlere katılabilmekteler. Bu yıl düzenlenen seçimlerde 8 farklı siyasi grup yer aldı. Belirtmekte fayda var ki Brexit sürecinin sona ermesiyle birlikte 27 üyeliğe düşecek Birlik yapısında Avrupa Parlamentosu üye sayısı da 705’e düşecek. İngiltere ile süregelen Brexit müzakereleri başarıyla sona erebilirse İngiltere’nin Avrupa Parlamentosu’ndaki sahip olduğu 73 sandalye Fransa, İtalya ve İspanya’nın aralarında bulunduğu 14 ülke arasında paylaşılacak.

1979’dan beri gerçekleştirilen seçimlerde katılım her yıl bir önceki yıla göre düşerken bu kez katılım oranı tarihte ilk kez yükseliş gösterdi ve son 25 yılın en yüksek katılım oranı % 51 ile yakalandı. Seçimlerin sonuçlarını incelediğimizde Avrupa siyasetinin iki ana hattını oluşturan merkez sağda yer alan Avrupa Halk Partisi (EPP) ile merkez solda yer alan Sosyalist Demokratlar (S&D) gruplarının sandalye sayılarını sırasıyla 39 ile 44 azaldı. Her iki grubun ulaştığı sandalye sayısı 329’a düştü. Bu iki grup artık Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğa sahip olamayacak. Aslında bu durum seçimlerden önce konunun uzmanları tarafından öngörülmüştü. Ayrıca dünyada artan popülist siyasetin Avrupa’da yükselen aşırı sağ dalga ile birleşmesi neticesinde merkez partilerinden sistem karşıtı partilere doğru oyların kayması bekleniyordu. Ancak seçim sonuçlarını incelediğimizde aşırı sağ partilerin oy oranlarının yükseldiğini değerlendirmekle birlikte bunun seçim öncesi beklentilerden daha düşük kaldığını söylemek mümkün. Parlamentodaki sandalye sayısını en fazla artıran grup Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE) en büyük 3. grup oldu. ALDE’nin ardından 4. en büyük grup ise Yeşiller (G/EFA) oldu. Yani, merkez sağ ve sol gruplardan çıkan oylar çoğunlukla Yeşillere ve Liberallere kaymış oldu.


Brexit süreciyle birlikte seçimlerden önce korkulan senaryo olan, aşırı sağ ve popülist partilerin Avrupa siyaseti için adeta deprem niteliğinde bir kırılma yaratacak seçim sonucu yaşanmadı. Ancak bu durum Avrupa için aşırı sağ ve popülizm tehlikesini ortadan kaldırmış değil. Bunu seçim sonuçlarını incelediğinizde görmek zaten mümkün. Aşırı sağcı ve milliyetçi Uluslar ve Özgürlükler Avrupası (ENF) vekil sayısını 58'e yükseltti. Aşırı sağcı, popülist ve AB karşıtı partilerin üye olduğu Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Avrupası (EFDD) grubu da sandalye sayısını sekiz artırarak 54'e çıkardı. Le Pen’in Ulusal Cephe partisi Fransa’da, popülist Salvini’nin 5 Yıldız Partisi ile aşırı sağcı Lig Partisi İtalya’da oyların çoğunluğu alırken Nigel Farage’nın Brexit partisi İngiltere’de birinci parti oldu. Diğer taraftan AB’nin en önemli iki üyesinin liderleri olan Almanya’da Merkel ve Fransa’da Macron seçimlerden arzu ettikleri sonuçları alamadılar. Almanya’da seçimi kazananın Yeşiller olduğunu söyleyebilmek mümkün olabilir çünkü Yeşiller 9 yeni sandalye kazanarak ikinci parti oldular. Merkel'in merkez sağ partisi beş sandalye kaybederek 29 AP vekili çıkarabildi. Doğu Avrupa’da ise Polonya ve Macaristan’da aşırı sağ retorik varlığını korumaya devam etti. Avrupa Parlamentosu’nda sandalye sayısı açısından ilk 5 ülke arasında yer alan İspanya sosyal demokratların seçimi kazandığı tek ülke oldu. Yunanistan’da ise Çipras ve SYRIZA seçimin kaybedeni oldu ve ülke erken seçim sürecine girdi.


Bu yıla kadar her geçen seçimde katılım oranının düşmesiyle birlikte doğru orantılı şekilde sistem karşıtı siyasi hareketler ve aşırı sağın oy oranı da her geçen seçimde artış göstermekteydi. Her ne kadar popülist partiler beklentilerin altında oy alsalar da tüm Avrupa’da büyük oranda halk desteği bulmaktalar. Avrupa’nın gündemini uzun yıllardır meşgul eden aşırı sağın yükselmesine ek olarak son yıllarda artan popülizm tartışmaları, günümüz Avrupa sosyolojisi ve siyasetinin ana gündem maddeleri arasında ön sıralarda yer almayı seçim sonrasında da devam ettirecek. Avrupa Parlamentosu seçimleri analizleri yukarıda bahsedilen aşırı sağın ve popülizmin ana akım siyaseti belirleme potansiyelinin artıyor olması endişesi üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Son üç yıldır yaşanan Brexit tartışmaları bu haklı endişenin giderek artmasına olanak sağlıyordu. 2004 yılında yaşanan “Big Bang” genişlemesiyle AB’ye katılan Balkan ve Eski Sovyet Bloğu ülkelerin mali, siyasi, iktisadi ve sosyal sorunlarla boğuşmaları, AB’nin özellikle 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması sonrasında yarattığı cazibenin sorgulanır bir hal almasına neden oldu. Özellikle 2008 finansal krizinin ardından küresel sistem içerisindeki Transatlantik merkezli yapının da güç kaybetmeye başlaması, yükselen Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerle birlikte küresel merkezin Transatlantikten, Asya-Pasifik bölgesine doğru kayması AB’nin rıza üretim kapasitesi ve küresel rolünün azalmasına sebebiyet verdi. Ayrıca son yıllarda artan göç kaynaklı sosyal problemlere ekonomik sorunların da eklenmesiyle birlikte artan yabancı düşmanlığı ve İslamofobi neticesinde yükselen populist-kuşkucu siyaset bu seçimlerde tüm rekorları alt-üst etmemiş olsa da çok ciddi bir problem olarak Avrupa’nın yakın geleceğinin en belirleyici unsuru olmaya devam edecek. Tabi Yeşiller ve Liberaller elde ettikleri seçim başarısıyla artık Avrupa siyasetinin en önemli unsurları arasında yer almaktalar. Ancak kimi analizlerin ortaya koyduğu şekilde Avrupa’nın içine düştüğü aşırı sağ ve popülist etkiden kurtulduğunu ya da kurtulmaya başladığını iddia etmek için henüz çok erken. Avrupa liberal demokrasisinin içinde bulunduğu sorunları çözmek adına önemli bir fırsat yakaladığını söylemek daha uygun olabilir. Kuşkusuz merkezin iki güçlü kanadıyla birlikte Yeşiller ve Liberaller’in, yani dört Avrupacı partinin birlikte çalışabileceği yeni bir dönem iyi bir başlangıç olabilir.

Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde de kuşkusuz en fazla sorun yaşadığı kurum. Gelinen aşamada seçim sonrasında oluşan tabloda Türkiye’nin işi daha da zor hale gelmiş görünüyor. Avrupa siyaseti içerisinde Türkiye’yi en sert dille eleştiren Yeşiller ve aşırı sağ aynı anda oylarını yükseltirken, Türkiye’nin her zaman daha iyi iletişim kurduğu merkez partilerin güçleri azaldı. Türkiye diplomasisi Avrupa Parlamentosu’nu ikna etmekte eskisinden çok daha zor bir döneme girdi. Seçim sonuçlarının Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından olumsuz bir tablo içerdiğini söylemek mümkün olabilir zira ilişkilerin içinden geçtiği çok sorunlu dönem içerisinde Türkiye için en kötü senaryo yani merkezin güç kaybetmesi ve Yeşiller ile aşırı sağın güç kazanması gerçekleşmiş durumda. Öte yandan kısa zamanda gerçekleştirilecek Avrupa Komisyonu Başkanlık seçimi de Türkiye’nin AB kurumları ile ilişkilerini daha da zorlaştırmaya aday. Özetle Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında Türkiye-AB İlişkilerinde herhangi bir olumlu değişiklik olasılığını her iki tarafın da gündemine alması şu an için mümkün görünmüyor.