Rusya – Ukrayna Krizi ve Bölgesel Yansımaları

Yazar: Yrd. Doç. Dr. Erdi Şafak – 01.02.2022

Ukrayna'nın doğusundaki sınır bölgesine Rusya tarafından yapılan asker ve askeri teçhizat sevkiyatı iki ülke arasındaki gerilimi her geçen gün arttırmaktadır. ABD başta olmak üzere NATO ülkeleri, Rusya'nın askeri yığınak ve tatbikatları ile olası bir saldırı karşısında Ukrayna'nın NATO üyesi yapılması ihtimalini gündeme getirmekte ancak Rusya suçlamaları reddederek Ukrayna’nın NATO üyeliğinin bir savaş sebebi olacağına dair sert açıklamalar yapmaktadır. Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan krizin bölgesel yansımaları önem taşımakla birlikte, küresel siyaset açısından da yakından takip edilmektedir.

Rusya ile Ukrayna arasındaki sorun nasıl başladı?
Rusya-Ukrayna krizi dünya gündeminde bir kez daha ilk sıralara yerleşmiştir. Son günlerde iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren olayların başlangıcını Ukrayna'nın doğusundaki Donbass bölgesinde Rusya yanlıları ve Ukrayna birlikleri arasındaki ateşkes ihlalleri olarak göstermek mümkündür. Bir diğer deyişle 2014 yılından beri devam eden Donbass krizi ve yine Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı, günümüzde Rusya ile Ukrayna arasında yeniden savaş senaryolarını gündeme getirmiştir.

Hatırlanacağı üzere Ukrayna'da 2004 – 2005 yıllarında yaşanan 'Turuncu Devrim’ Rusya tarafından kendisine doğrudan bir tehdit olarak algılanmış ve 2014 yılında Rusya Kırım'ı önce işgal daha sonra da ilhak etmiştir. Sonrasında ise Rusya Ukrayna'nın özellikle en fazla sanayileşmiş bölgesi olan Donbass bölgesini yine kendi milis güçlerine işgal ettirmiştir. Bunlara ek olarak Ukrayna nüfusunun önemli bir bölümü Rusça konuşan azınlıktan oluşmaktadır ve Rusya kendisini bu azınlığın 'hamisi' olarak görmektedir. Tüm bunlar Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan gerginliğin temelini oluşturmaktadır.

Kırım’ın ilhakı ve Donbass’ta yaşanan gelişmeler sonrasında, Ukrayna yönetimi Avrupa Birliği (AB) ile yakınlaşarak Rusya’ya karşı bir güç dengesi arayışı içerisine girmiştir. Bu gelişmeler sonucu geçtiğimiz yıl sonunda önce Ukrayna'nın ABD, NATO ve Avrupa Birliği ülkelerine çağrıları, ardından Batılı ülkelerin istihbarat raporları, Rusya'nın on binlerce askerini Ukrayna sınırına konuşlandırdığını; bu sayede Donbass bölgesindeki ayrılıkçılara desteklerini artırdıklarını ortaya koymuştur. Bunun yanı sıra Rus ordusunun, Ukrayna'nın bir diğer komşusu olan Belarus'la birlikte yine Ukrayna sınırında ortak tatbikat yapacağı açıklanmıştır.

Uluslararası Aktörlerin Tepkisi
Moskova'nın, Ukrayna sınırına askeri sevkiyat yapmasına AB ve ABD sert tepki göstermiş ve Batı, Ukrayna'nın egemenliğine ve toprak bütünlüğünü desteklediğini bildirmiştir. ABD Başkanı Joe Biden, kısa süre önce Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodomir Zelenskiy ile yaptığı telefon görüşmesinde, Rusya'nın Donbass ve Kırım'daki "saldırganlığı" karşısında ABD'nin Ukrayna'ya "sarsılmaz desteğinin" süreceğini ifade etmiştir.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin de Ukraynalı mevkidaşıyla yaptığı görüşmede, Rusya'nın "saldırganlığına" karşı Ukrayna'ya destek vermeye hazır olduklarını belirtmiştir. İngiltere Başbakanı Boris Johnson ise Zelenskiy ile yaptığı görüşmede, ülkesinin Ukrayna'nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne desteğini yinelemiştir.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell Ukrayna'ya “tereddütsüz” desteklerini ifade ederken Rus birliklerinin Ukrayna sınırındaki hareketliliği nedeniyle endişeli olduklarını aktarmıştır. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de Rusya'nın Ukrayna'daki askeri faaliyetleri hakkında Zelenskiy ile görüşerek İttifak'ın Ukrayna'nın egemenliği ve toprak bütünlüğüne desteğini ifade etmiştir.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov ise Ukrayna'yı ABD ve NATO'nun askeri olarak desteklemesi halinde Rusya'nın kendi güvenliğini sağlamak için ilave tedbirler alacağını söylemiştir. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ukrayna'nın Donbass bölgesinde yeni bir savaşı başlatma yönündeki girişimlerin ülkeyi yok edeceğini söylemiştir.

Olası Bir Çatışma Öncesinde Atılabilecek Adımlar
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan krizin olası bir çatışmaya dönüşmeden önce yapılması gereken ilk konu uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi mekanizmasının harekete geçirilmesi olabilecektir.

BM Antlaşması’nın VI. Bölümü Uyuşmazlıkların Barışçı Çözümü başlığını taşımakta olup, 33/1.maddesi üye devletlere uluslararası barış ve güvenliği tehdit edebilecek uyuşmazlıklarını barışçı yollarla çözmesi gerektiğini belirttikten sonra başlıca çözüm yolları olarak “görüşme”, “soruşturma”, “arabuluculuk”, “uzlaştırma”, “hakemlik”, “yargı”, “bölgesel örgütlere ve anlaşmalara başvurma” ya da “tarafların kendilerinin seçeceği başka barışçı yolları” belirtmektedir. BM Antlaşması sayılan bu yollar dışında VI. Bölüm çerçevesinde Güvenlik Konseyini de uyuşmazlıkların barışçı çözümüne katkıda bulunmakla görevli kılmaktadır. Ancak BM Antlaşmasının belirtilen hükümleri çerçevesinde devletlerin uyuşmazlıklarını barışçı yollarla çözme yükümlülüğüne rağmen bu uyuşmazlıkların hangi barışçı yolla çözüme kavuşturulacağı konusu günümüzde de tarafların rızasına bağlı bulunmaktadır. Başka bir deyişle, uyuşmazlığın çözümü konusunda hangi yola başvurulacağı tümüyle tarafların ortak takdirine bağlı olup, tarafların bu konuda anlaşmaması durumunda uyuşmazlık varlığını sürdürmektedir.

Bu bağlamda Rusya – Ukrayna krizinin çözümünde uyuşmazlıkların barışçı çözümüne ilişkin Türkiye’nin atmış olduğu adım son derece önemlidir. Hatırlanacağı üzere Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kısa süre önce yaptığı açıklamada "Rusya ve Ukrayna arasında bir barışın olmasına, bir barışın özellikle hâkim olmasına biz ara bulucu olabiliriz" demiştir.

Rusya ile Ukrayna arasında şu an için arabuluculuk görüşmelerini ABD üstlenmiş durumdadır. Bu çerçevede ABD ve Rus Dışişleri Bakanları görüşmeler gerçekleştirmişler ve özellikle Rusya bazı taleplerde bulunmuştur. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, NATO'yla yürütülen görüşmeler sonucunda Rusya'ya yazılı yanıt verildiğini belirterek “Rusya’ya ciddi bir diplomatik çözüm yolu önerdik, tercih onlara kalmış” diyerek meselenin henüz çözülemediğini vurgulamıştır.

Rusya – Ukrayna Krizi Bağlamında Birleşmiş Milletlerin Rolü
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan krizin bölgesel dinamiklerin üzerinde oluşturacağı etkinin yanı sıra küresel dengeler açısından da çeşitli sonuçları olacağını söylemek mümkündür. Nitekim ABD Başkanı Joe Biden Rusya'nın Ukrayna'yı şubat ayında işgal edebileceği uyarısında bulunmasının ardından çeşitli uzmanlar bunun 3. Dünya Savaşı’nın başlangıcı olabileceği ihtimallerini dile getirmiştir. Böylesi bir söylem akıllara uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacı ile kurulan BM’nin Rusya – Ukrayna krizindeki rolü tartışmalarını beraberinde getirmektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası düzen ve istikrarın sağlanması arayışlarının en büyük ürünü olan BM örgütü, kuşkusuz en büyük önceliği küresel barışın sağlanması konusuna vermektedir. BM Antlaşmasının amaç ve ilkeleri kapsayan I. Bölümünün 1. Maddesinin ilk fıkrasında “uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla barışa yönelik tehditleri engellemek, uluslararası barışın bozulmasına neden olan eylemlere karşı ortak güvenlik önlemleri almak ve uyuşmazlıkların barışçı yollarla hukuki çerçevede çözülmesini sağlamak” ilk hedef olarak ifade edilmektedir. Bu hedef çerçevesinde örgütün en etkin organlarına barış ve güvenliğin sağlanması konusunda yetki ve sorumluluklar verilmiştir.

BM’nin tüm üyelerinden oluşan Genel Kurul’un görev ve yetkilerini içeren Antlaşma’nın VI. Bölümü’nün 11.ve 12.maddeleri uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında nasıl bir yol alacağını tanımlamaktadır. Ayrıca ilgili antlaşmanın 22.maddesinde belirtildiği üzere BM Genel Kurul “görevlerini yerine getirmede gerekli gördüğü taktirde, yardımcı organlar oluşturabilmektedir.”

BM Güvenlik Konseyi’nin en önemli görev ve yetkisi de uluslararası barış ve güvenliğin korunması çerçevesinde tanımlanmıştır. Esas amaç açısından bakıldığında barışın korunması BM Antlaşması’nın işbirliğinden ziyade otoriter bir içeriğe sahip olduğunu görmek mümkündür. Bu amaca ulaşmakta ana yetkili organ Güvenlik Konseyi’dir. Bu şekilde devletler topluluğu barışın korunması gibi son derece önemli bir konuyu merkezi denetim altına almaktadır. BM Antlaşmasının 24.maddesinde bu konuda başlıca sorumlunun Güvenlik Konseyi olduğunu belirtmekte ve 29.madde de bu görevi yerine getirmede Konsey’in gerekirse yardımcı organlar oluşturabileceğinin altı çizilmektedir.

Yine BM Antlaşmasının 13.maddden oluşan VII Bölümünde barışın tehdidi, bozulması ve saldırı eylemi durumunda yapılacak hareket başlığı altında alınacak önlemlere ve prosedürlere yer verilmektedir. Bu önlemlerle ilgili tek organ ise Güvenlik Konseyi olarak tayin edilmektedir. Özellikle Antlaşma’nın 42.maddesi barış operasyonları açısından oldukça önemli görünmektedir. İlgili madde uyarınca Güvenlik Konseyi’nin 41.madde de belirtilen, ekonomik ilişkilerin ve demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle ya da bir bölümüyle kesilmesi diplomatik ilişkilerin durdurulması önlemlerin yetersiz kalması halinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için hava, deniz veya kara kuvvetleri aracılığıyla gerekli gördüğü girişimlerde bulunabileceği öngörülmektedir. Bu yetki Güvenlik Konseyi’nin gerektiğinde barışı zorlama operasyonları düzenleyebilmesini sağlamakta ve oluşturulan BM güçleri, saldırgan olarak nitelendirilen tarafa karşı askeri güç kullanabilmektedir (bkz. Odman, 2004).

Ancak BM kurulduğundan beri Konsey, bir silahlı çatışma durumunda saldırganı teşhis etmeyi genellikle başaramamış ya da bilinçli olarak bundan kaçınmıştır. Bu genel tavrın istisnaları da bulunmaktadır. Kore müdahalesi, BM Antlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde kuvvet kullanma yetkisi verilen ilk örnek niteliği taşımaktadır. Dönemin Sovyetler Birliği temsilcisinin Güvenlik Konseyi toplantılarını boykot etmesinden faydalanarak alınan kararlar uyarınca, önce Kuzey Kore saldırgan taraf olarak şiddetle kınanmış, daha sonra Amerikan komutasında askeri güçler harekete geçirilmiştir. Saldırgana karşı zorlama önlemi olarak yapılanan güçlerin BM bayrağı taşımasına karşın ABD komutasında olması ise o dönemden bu yana barışı zorlama operasyonlarına yönelik eleştirilerin önemli bir atıf noktası olmuştur. Fakat günümüz koşullarında BM Güvenlik Konseyi’nin Rusya – Ukrayna krizi konusunda bir adım atabilmesi, Rusya’nın Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesinden birisi olması nedeniyle mümkün görünmemektedir. Benzer bir şekilde, Güvenlik Konseyi’nin veto nedeniyle işletilemediği durumu da (UNEF, 1967 Savaşı’na kadar yaklaşık 10 yıl bölgede görev yapmıştır) Rusya – Ukrayna krizi örneğinde olası görünmemektedir.

Son olarak BM’nin Rusya – Ukrayna krizi ile ilgili olarak etkisiz kalması durumunda NATO’nun konuya müdahil olma olasılığı akıllara gelmektedir. Bilindiği üzere NATO’nun Soğuk Savaş sonrasında barış ve güvenliğin sağlanması anlamında global gündemli bir örgüt haline gelmiş olması ve BM onayı olmaksızın Kosova müdahalesi, örgütün “alan dışı müdahale” konseptini çok yaygın bir çerçevede uygulama arzu ve kapasitesinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. “Yeni NATO” olarak da nitelendirilen bu çerçeve, geniş çaplı insan hakları ihlalleri, etnik temizlik, soykırım gibi insanlığa karşı suçların hiçbir ülkenin iç işleri olarak kabul edilemeyeceği gerçeğine dayanmaktadır. Bu bağlamda Rusya ile Ukrayna arasında yaşanacak olası bir çatışma durumunda gündeme gelebilecek insan hakları ihlallerine karşı NATO’nun müdahale edebileceğini söylemek teorik olarak mümkündür. Ancak yaşanan krizin sebeplerinden en önemlisinin Ukrayna’nın NATO’ya üyelik meselesi olduğu ve böylesi bir müdahalenin krizin daha da büyüyüp, küresel bir sorun haline gelmesine neden olabileceği düşünüldüğünde NATO’nun Rusya – Ukrayna krizine doğrudan müdahalede edeceği uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak BM ve NATO gibi uluslararası örgütlerin Rusya ile Ukrayna arasındaki krize müdahale konusunda karşılaşacakları ve yukarıda özetle ifade edilen zorluklar göz önünde bulundurulduğunda üçüncü ülkeler tarafından yürütülen arabuluculuk faaliyetleri taraflar arasında tansiyonun düşürülmesi ve diyaloğun devam ettirilmesi adına kritik öneme sahip süreçler olarak karşımıza çıkmaktadır. Krizin temel sebebi olan Ukrayna’nın olası NATO üyeliği ile ilgili meselenin ortak bir uzlaşı şeklinde çözülmesi her ne kadar mümkün görünmese de diplomatik temasların ve müzakerelerin devam etmesi bölgede iki ülke arasında yaşanacak olası bir sıcak çatışmanın küresel bir çatışmaya dönüşmesini önleyebilecektir.