Yakın Doğu Enstitüsü AB Zirvesi Sonuçlarını Değerlendirdi: AB’nin Artık Yapıcı İşbirliği ve Diyalog İçin ‘Havuç-Sopa’ Yerine ‘Kazan-Kazan’ Formülleri Üzerine Odaklanması Gerekiyor


Yakın Doğu Enstitüsü (YDE) Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çıraklı ve YDE Müdür Yardımcısı Dr. Erdi Şafak, 10-11 Aralık tarihlerinde düzenlenen Avrupa Birliği Liderler Zirvesi sonrası Türkiye ile ilgili alınan kararları değerlendirdi. AB devlet ve hükümet başkanlarının bir araya geldiği AB Konseyi Zirvesi'nin en önemli gündemlerinden, Doğu Akdeniz'deki gelişmeler ve AB'nin Türkiye'nin faaliyetlerine dönük alacağı kararlardı.

Zirve sonrası yayımlanan bildiride, 11 Kasım 2019'da Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki "yetkisiz olduğu ileri sürülen" arama faaliyetleri hakkında alınan kısıtlayıcı tedbir kararı temelinde, AB liderleri, daha önce hazırlanan listeye ek yapılması için AB Konseyi'ne çağrı yaptı. Ayrıca AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile AB Komisyonu'nun, Mart 2021'de yapılacak zirveye kadar Türkiye-AB siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerin nasıl yürütüleceğine dair araçlar ve seçeneklerle ilgili rapor sunmasını istedi.

Yakın Doğu Enstitüsü Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çıraklı: “Ek tedbirler kerhen alınmış bir karar. Sonuç Türkiye-AB ilişkilerini ve Türkiye’nin stratejik konumunu ileriye taşıyacak niteliktedir.”
Yakın Doğu Enstitüsü Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çıraklı, AB'nin yaptırım kararına yönelik yaptığı açıklamada, "Karar Türkiye-AB ilişkilerini ve Türkiye’nin stratejik konumunu ileriye taşıyacak niteliktedir. Alınan kararların kapsamına bakıldığında AB’nin Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın tüm baskılarına rağmen Türkiye ile diyalog ve diplomasi temelinde, stratejik işbirliğine dayalı bir ilişkiyi tercih ettiğini görüyoruz" ifadelerini kullandı.

Yrd. Doç. Dr. Çıraklı, “Türkiye'nin zirve öncesi gerilimin azalması amacıyla attığı bir takım adımlara karşın yaptırımlar masaya geldi. Burada Fransa'nın liderliğinde, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin bu yöndeki çabaları zaten biliniyordu” hatırlatmasını yaptı. Yrd. Doç. Dr. Çıraklı değerlendirmelerine, “AB-Türkiye ilişkilerinin birçok yönü var. Ayrıca Türkiye'nin NATO üyesi olduğunu unutamayız. AB ülkelerinin de birçoğu aynı zamanda NATO'ya üye ve ABD’de Biden dönemi ile birlikte NATO’nun tekrar ihdası söz konusu olacak. Diğer taraftan AB içinde İspanya, İtalya, Malta gibi üyelerin Türkiye ile ikili ilişkilerini korumak istedikleri de biliniyor. Slovakya ve Slovenya gibi bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve popülizmin zirve yaptığı Avusturya, Lüksemburg gibi Batı Avrupa ülkeleri Türkiye’ye karşı yaptırım konusunda Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Fransa ile hareket etmiş olsalar da, alınan kararın ‘Türkiye ile diyaloga ve işbirliğine devam’ nitelikli bir karar olduğunu görüyoruz” ifadeleriyle devam etti.

Bildiride yer verilen “kısıtlayıcı ek tedbirler” ile ilgili de konuşan Yrd. Doç. Dr. Çıraklı, “Ek tedbirler ile ilgili atıf tamamen kerhen, yani zorlama bir unsur. Çünkü Türkiye ile ilişkilerde bütün bu stratejik dengeler dikkate alınıyor. Liderler, kararlarını Türkiye ile ilişkilerin karmaşık yapısını göz önünde bulundurarak oy birliğiyle, yani karşılıklı tavizlerle aldılar” dedi. ‘Kısıtlayıcı ek tedbirler’in Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ısrarcı tutumunu pasifize etmek için diğer üyelerin verdiği bir taviz olarak nitelendiren Yrd. Doç. Dr. Çıraklı, “Kimi ülkeler açıkça kabul etmese de AB üye ülkelerinin büyük bir bölümünün çıkarı, dolayısıyla AB’nin çıkarı Türkiye ile olumlu bir yönde ilerlemek, yapıcı iş birliği ve diyalog içinde olmaktır” dedi.

AB’nin, 1 Ekim'de yaptığı liderler toplantısında diplomaside "havuç-sopa" olarak tanımlanan bir yaklaşımı benimsediğini de söyleyen Yakın Doğu Enstitüsü Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çıraklı, “Türkiye, Ege konusunda Yunanistan ile NATO çerçevesinde istikşafi görüşmeler için masaya oturmaya hazır olduğunu bildirmiş ve nitekim Oruç Reis gemisinin görevini tamamladıktan sonra Antalya’ya döneceğini vurgulayarak bu konuda olumlu sinyaller vermiş ve Doğu Akdeniz’de gerilimi azaltmak, adil ve kalıcı bir çözüm için bölgesel bir konferansın düzenlenmesi konusunda ısrarcı olmuştu” hatırlatmasını yaptı. Ancak her iki konuda da AB’nin yeterince etkin olamadığını söyleyen Doç. Dr. Çıraklı, “AB Ege konusunda Yunanistan’ın ve dolaylı olarak Fransa’nın, ‘Doğu Akdeniz Konferansı’ konusunda da Mısır’ın engeline takılmış durumda. Bu bağlamda geçtiğimiz zirvede ifade edilen ve vurgulanan ‘Türkiye ile pozitif gündem’ hedefine ulaşılması için AB’nin sadece Türkiye’nin adım atmasını beklemesinin yeterli olmadığını ve daha da önemlisi sonuç alıcı ve doğru bir yaklaşım olmadığını görüyoruz” değerlendirmesini yaptı. Doç. Dr. Çıraklı, “Bu noktadan sonra AB’nin artık yapıcı işbirliği ve diyalog için ‘havuç-sopa’ yerine ‘kazan-kazan’ formülleri üzerine odaklanması gerek. Bunun için de AB’nin kendi içinde doğru değerlendirmeleri yapıp Türkiye ile ilişkilerini bu zemine oturtması lazım” yorumunda bulundu.

Yakın Doğu Enstitüsü Müdür Yardımcısı Dr. Erdi Şafak: “AB tarafından yapılan Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ı destekleyici açıklamalar, AB hukukunun dayattığı bir zeminde yapılan zorunlu açıklamalardır.”
Yakın Doğu Enstitüsü tarafından yapılan açıklamada zirve bildirisinde değinilen olası ek tedbirlerin hukuki dayanağı ve uygulanabilirliği de değerlendirildi. Konu ile ilgili yaptığı açıklamada Müdür Yardımcısı Dr. Erdi Şafak, AB Konseyi’nin kısıtlayıcı tedbir kararı alabilmesi için elinde hukuki enstrümanların bulunduğunu ve nitelikli oyçokluğu ile bu tür bir kararın alınabileceğini belirtti. AB Konseyi’nin yaptırımlar ile ilgili uygulamalarının AB Antlaşması 215. Madde “Kısıtlayıcı Tedbirler” başlığı altında düzenlendiğini ifade eden Şafak, “AB Antlaşması 215’inci maddesi uyarınca bir veya birden çok üçüncü ülke ile, ekonomik ve mali ilişkilerin kısmen ya da tamamen kesilmesini veya azaltılmasını öngörmesi halinde, Birlik Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ile Komisyon’un ortak önerisi üzerine, nitelikli çoğunlukla gerekli tedbirleri hayata geçirebilir. Nitekim AB’nin 2019 yılında Türkiye’ye karşı aldığı yaptırım kararı da bu düzenleme ile geçirilmişti” dedi.

Dr. Şafak, Yunanistan ile Güney Kıbrıs’a destek niteliğindeki açıklamaların AB Antlaşması’nın ilgili maddeleri doğrultusunda zorunlu olarak yapıldığını ifade etti. Dr. Şafak, AB Antlaşması’na üye devletlerin, birliğin dış ve güvenlik politikasını, “bağlılık” ve “dayanışma” ruhuyla, “aktif ve şartsız bir biçimde desteklemekle” ve birliğin bu alandaki eylemine “uygun hareket” etmekle yükümlü olduklarını dile getirirdi. Dolayısıyla, AB tarafından yapılan Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ı destekleyici açıklamalar, AB hukukunun dayattığı bir zeminde yapılan zorunlu açıklamalar olduğunu söyleyen, Dr. Erdi Şafak, “Ancak AB’nin ilgili hukuki düzenlemeleri Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile “dayanışma” telkininde bulunsa da karar alma sürecini düzenleyen maddeler siyasi dengeler üzerine kurulmuştur. Bu sebeple Türkiye’ye veya herhangi bir üçüncü ülkeye karşı uygulanacak yaptırımlar hukuki değil siyasi bir düzlemde alınan kararlardır. NitekimTürkiye’ye karşı uygulanacak yaptırımın kişiler düzeyinde “kısıtlı” olması kararı alınmıştır.” dedi.

Mart 2021'de yapılacak zirvede de yine aynı durumun söz konusu olacağını belirten Dr. Şafak, “AB, daha önceki yıllarda Türkiye ile ilgili yaptırım kararları almış ve alınan yaptırım kararları Türkiye – AB ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu bağlamda Mart ayında gündeme gelebilecek olası bir ‘sert yaptırım’ kararı, Türkiye – AB ilişkilerini olumsuz etkilemenin ötesinde Türkiye’nin gerek mülteciler konusu, gerekse Doğu Akdeniz konusundaki tavrının daha da sertleştirmesine neden olabilir. Bu sebeple AB içinde son zirve ile oluşan “Türkiye ile diyalog ve işbirliği” yönündeki siyasi ortamı, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Fransa’nın bir sonraki zirvede hukuki enstrümanları kullanarak sert bir yaptırım kararı çıkarmasını daha da zorlaştırmıştır” dedi.